21 Temmuz 2015 Salı

mesele nedir?

anlattığını ne kadar anlıyor karşındaki.
istediği kadar mı?
istemediği kadar mı?
yoksa hakikaten harfleri aynı algılasa da, beynindeki kurguyla, cümleleri başka türlü mü duyuyor?
duyduklarını aktardığı kelimeler tekrar tekrar erezyona uğrayıp mı cümle oluyor?

ne oluyor da, iki kişi aynı konuyu, aynı cümleleri başka türlü sonuçlandırıyor?

8 Temmuz 2015 Çarşamba

KEŞKE'lerimden doğan İYİ Kİ'lerim....

KEŞKE bir de bu kadını yaşayabilseydin dedim ya sana bir zamanlar  kalbimin en derininden...
KEŞKE bir fırsatım daha olsaydı diye düşündüm ya günlerce...
Bazen de vardır herşeyde bir hayır, düşünme, varsın gitsin yoluna dedim ya kendi kendime...
Bir tarafım KEŞKE'lerle özlerken, bir tarafım İYİ Kİ'lerle sakinledi ya...

Bunca karmaşada içimdeki sesi dinlemeyi seçtim.Bekledim, sakinledim, yok saydım, hayırlısı dedim, isterse bulur beni dedim, istemezse yapacak birşey yok diye kabullendim.
Ama içerdeki o sevdalanmış taraf gizlice, sessizce bekledi.

Neyi beklediğini bilmeden, filizlenen küçücük bir umudun bile başını kopararak, heyecana kapılacağını anladığında hemen geri vitese takarak bekledi....
Neyi isteyip neyi istemediğini seçmeye bile çalışmadan bekledi...

İYİ Kİ bir de bu kadını yaşamayı değer buldun.
İYİ Kİ gözümün bebeğine değdi gözün.
İYİ Kİ yüreğimdeki seni sana anlatmama, senin göremediğin seni sana tanıştırmama,
yok saydığın kıymetini farkederken, benim de o sürece seyirci olmama izin verdin.

Eğer birgün yine KEŞKE'lerimle boğuşmak zorunda kalırsam,
bil ki İYİ Kİ'lerim o kadar kıymetli ki, ruhumu da yüreğimi de düze çıkaracaktır.

Hani demiştim ya, her insan bir diğerinin hayatına niye girdiğini bilmez ama aslında o kadar değerlidir ki o zamanlar diye...

Ben biliyorum hayatıma niye girdiğini.

İşte  o yüzden İYİ Kİ'msin.....









24 Haziran 2015 Çarşamba

Gerçek mi, Zırva mı??????

İyi hisset, kendine inan, mutluluğu kendi içinde ara, sorunlu insanları hayatından uzaklaştır,
sevgi herşeyin ilacıdır vs vs vs....

Sürekli bunları okumaktan, duymaktan da yoruluyor insan sanırım.

Bu da başka tür bir baskı gibi.

Kendin olmaktan uzaklaşmak gibi..
Hep bir fren, hep bir sorgulama....
"Güzel insan" olmak için çabalama...

Tasvir edilen her kelime çok güzel, yaratılmak istenen insan türü çok cazip...
ama....
ama...
Gerçekler, acıtanlar, kazıklayanlar, yok sayanlar, unutanlar varken bu kadar çok etrafında..

Nereye kadar... Kimin için... Ne için...

İşte bu noktaya geldiğinde de "depresif" oldun derler adama..
Veeee... hop yine başlar, yeniden başlar sana söylenenler :
"iyi hisset, kendine inan, mutluluğu içinde ara, sorunlu insanları hayatından uzaklaştır,
sevgi herşeyin ilacıdır!!!"

Dön dur bakalım... Yaşam geçiyor...

19 Haziran 2015 Cuma

İki ucu........................................


herşeyi yönetmeyi seviyoruz.
Sevgilimizi,
Çocuğumuzu.
Arkadaşımızı....

Yönetilemeyen anlar geldiğinde ise çaresizlik diz boyu.
Tüm bu yönetebilme dürtüsünün zemininde "emin olma" duygusu var sanırım.
Çocuğumun iyiliği için, sevgilimi sevdiğim için, arkadaşım önemli olduğu için...
Hep eminiz.
Hep en iyisini düşünüyoruz diye kendimizi kandırıyoruz.

Oysa ki herkes bir birey olmalı, kendi ayaklarının üstünde durmalı, kararlarının arkasında durabilmeli, kimse kimseye bağımlı olmamalı diye ahkam kesmeyi de biliyoruz.

Ondan sonra çocuğun bir konuda direttiğinde "sen ne bilirsin ki" diye dikleniyoruz.

İki ucu boklu değnek dedikleri şey bu galiba.
En azından şu anda benim elimde tuttuğum değneğin tamamı öyle.

bende bıraktığı mı????
Derin bir mutsuzluk.
Çaresizlik...


15 Haziran 2015 Pazartesi

Yalnızlık... senin yokluğundur...

-- Soğuk nedir?
-- Hiiiç soğuk diye bir şey yoktur...Soğuk sadece sıcağın yokluğudur, bu yüzden uzun kış gecelerinde eksi derecelerle ölçülür. Soğuk yalnızca sıcağın eksikliğidir.
-- Karanlık var mıdır?
-- Hayır, karanlık diye bir şey yoktur, karanlıkta aslında ışığın yokluğudur. Sadece aydınlık tükendiğinde karanlık çöker. Her şey kendi kaynağının iki ayrı yüzüdür; var olan ve olmayan ...
-- Yalnızlık nedir?
-- Yalnızlık diye bir şey yoktur. Yalnızlık senin yokluğundur !...
Nikolay Vasilyeviç Gogol

5 Haziran 2015 Cuma

AZ KALDI...

Az kaldı..
Pazar günü belli olacak onca tantananın sonucu.
Ümidim var mı?
Hayır yok.

Mensubu bulunduğum millete güvenmiyorum.
Balık hafızalı insanlarla yaşıyor olmayı çoktan kabul ettim.

Hani diyor ya herkes,
kendimden vazgeçtim de çocuklarımız için korkuyorum diye..
Aslında çok korkmuyorum sanırım bundan.
Çünkü her zalimin, her psikopatın mutlaka bir son noktası var.
İlla ki tarih  o son noktaya götürecek zalimi de.

Görür müyüm bilmem..
Gelin ata binmiş de ya nasip demiş.
Hoş at bile anladı ne yapması gerektiğini de, bizde tık yok.



4 Haziran 2015 Perşembe

tebrik etmiyorum... kime ne..

İçimden gelmiyor kardeşim...
Şampiyon oldunuz diye sizi kutlamak, aferin demek...
sevmiyorum o iki rengi de, o renklerin takımını da.
Ha diyeceksin ki çok mu seviyorsun kendi tuttuğun takımı...Hayır!
Çok da kızıyorum.

Ama ha sevmediğim insanı yok saymışım, ha takımı yok saymışım. benim için aynı.

O yüzden....
Haketmediğiniz sonucu alkışlamıyorummmm.
nokta!

3 Haziran 2015 Çarşamba

Nazım Hikmet gibi sevmek...

Ah benim sevdasında bencil, 

yüreğinde sağlam sevdiğim. 

Aklıma gelişini seveyim. 

Ne güzel de darma duman ediyorsun beni.




Bu kadar mı güzel sevilir bir kadın.. 
Ancak bu kadar güzel bir adam böyle güzel sevebilir bir kadını...

2 Haziran 2015 Salı

29 HARFE KARŞILIK 9 HARF....

Bazen sadece gidebildiğini göstermek istiyor insanoğlu kendi kendine.

İspat etmek istiyor. Birbirini yiyen kalp ile beyin arasındaki didişmeden yorulan insan, kısaca demek istiyor ki: ikiniz de susun bakalım.Bıktım sizden.Neyin ne olacağına BEN karar veririm..

Verdiği kararla  üçüncü uzuv buna karar vermiş gibi davranmayı seviyor insan. Olaya el koymuş gibi görünmek istiyor.Kalp diyor kal, beyin diyor git. Aslında eğer beynin yanında o küçücük cılız ses yoksa beyin beyhude konuşuyor. O sessiz çığlık ise "mantık".Yoksa mümkün mü beyin tek başına karşı dursun kalbin o inanılmaz inadına, sağlam duruşuna,bulduğu bahanelere, tutunduğu o küçük sebeplere.

Mantıkla itelenen beynin sayfalar dolusu sebebine karşılık kalp sadece tek kelimeyle cevap veriyor:SEVİYORUM diyor.. bu kadar kısa, bu kadar net, bu kadar dolu, bu kadar harfler dolusu... beyin 29 harfin yanına ekliyor da ekliyor dünyanın bütün dillerindeki sembolleri, çizikleri.. ama kalp hiç taviz vermiyor o 9 harften. Beyin sussada bir an yorulup, vazgeçip, usanıp.. beyne ne hacet.. zaten o gidilmeyi hakeden O KİŞİ yapıyor yapacağını. kırıyor, çiziyor, karalıyor, buruşturuyor..elinden ne gelirse yapıyor,hırpalayabildiği kadar hırpalıyor. 

Dedim ya.. bazen insan gitmeyi ispatlamak istiyor. Bedenini,ruhunu sürükleyerek çıkıyor yola.
Beynine diyor ki sakın ola ki konuşma, anladık artık tamam... kalbine diyor ki, sakın mızırdanma, kes sesini.bu sefer hiç olmazsa sus. Bir gün ben senin konuşmalarına kulağımı tıkamayı öğrenene kadar sus. Bir gün senin dediklerin bana anderson'dan masallar kıvamında kalıncaya kadar ses etme. Bir gün ben sana "naber güzelim, gördün mü bak.. başardık" diyene kadar otur oturduğun yerde.


1 Haziran 2015 Pazartesi

"KADIN" OLMAYI UNUTTUK.....

Kadın dediğin sarmalamalı, bağışlayabilmeli, dişi kuş olmalı, anaç olmalı dendi bize.
Öyle öğrendik.
Hayatta ne kadar çok yalnız kaldıysak, bu "yeteneklere"e sarıldık.
Çünkü her düştüğümüzde kalkarken "aferin valla" denilen her cümleyi hanemize gurur yazdık.
Hep böyle olmak zorunda sandık kendimizi.
Buraya kadar sorun yoktu....

Sorun , sadece kendimiz düştüğünde değil de, hayatımızdaki adam sendelediğinde veya başarısız olduğunda, kendimiz düşmüşcesine O'nu pışpışlamayı marifet saymamızla başlıyordu.

O'nun gerçekten desteğe ihtiyacı olduğu zamanlarla, tembelleşmeye başladığı, sürekli kaldırılmaya alıştığı anlara meyil etmesini karıştırmaya başladığımız zamanlarda zurnanın deliği zırt ediyordu.

Belki değişir, şansı yaver gitmedi, bu sefer olmadı ama bir dahaki sefere belki... diye diye kadın olmanın o "yetenek"lerini hiç ettik.

Kadın olmanın o naif, güzel, korunmaya-kollanmaya hazır tarafını unuttuk. Erkekleştik.
Ve buna alıştık, alıştırıldık, normalleştirdik.

Restorana gitttiğimizde garsona işaret eden, araba parkında valeye bahşiş veren, eve gelen ustalarla muhatap olan, marketten torbaları taşıyan olduk.

İçten içe kendimizle sahte bir gurur duyduk. "ayaklarımın üstünde duruyorum ya, hiç bir erkeğe ihtiyacım yok" dedik. Buna inandık ve deli gibi tutunduk.

Çünkü zamanla yalnız olmayı marifet saydık.

Yanlış yaptık.

"Kadın" olmayı becermek de bir marifetmiş.Geç de olsa öğrenmek de güzelmiş.
Teşekkür ederim, bunu bana gösteren adam........

27 Mayıs 2015 Çarşamba

özledim...

Bazen özlemek de,
en az ayrılıklar kadar yakıyor içini.

Görmek mi,
o insana değmek mi,
yoksa gülüşünü seyretmek mi,
gözgöze gelmek mi
keser o sıkıntıyı, bilinmez.

Düşünüyorum da...
benimkini kesen tek şey gülüşünü seyretmek...


26 Mayıs 2015 Salı

ALIŞTIK....

Hani derler ya "tabağın kırılsa elin arar" diye..
Ne kadar doğrudur.
Onun fonksiyonu, gerekliliği, olmazsa olmazlığı yoktur aslında aklımızda.
Elimiz arar işte  o kadar.
Alışmışlıktır.

O kadar çok ilişki gördüm ki, bitmesi gereken.Sürmesi sadece acı getiren, sonrasında "keşke"leri içinde barındıran.Ama bittiğinde, illa ki anılan, özlenen, yine de keşke sürseydi denilen...
O'ndan kalan bir tişörtün bile özenle saklandığı, iki dakikalık bir konuşmaya tanıklık eden küçücük bir not kağıdının bile mücevher gibi korunduğu...

Kim ne söylese küfür gibi gelir insana.Hele hele ki, yolunda gitmeyen detayları görenler,
bunları gözüne soka soka anlatanlar daha bir düşman bellenir.
Onlar anlamıyordur ki senin acını.
Onlar bu kadar büyük bir aşk yaşamamıştır ki.
Mümkün değil, böylesine derin bir paylaşım olmamıştır ki hayatlarında.
Onlar bilmiyordur sizin aranızdaki o kimsenin farketmediği iletişimi.

Hepimize öyle gelmedi mi?
Hepimiz bu yoldan bir kere de olsa geçmedik mi?

Hangimiz "değiştiririm"-"düzeltirim" dediği şeyi yapabildi hayatındaki adam için?

HİÇBİRİMİZ!

Sadece alıştık.O adama, O'ndan gelen iyi-kötü tavırlara.
O alışkanlık denen illetle devam ettik zaten.
Sırf o yüzden, gördüğümüz bütün arızalara "boşver" deyip geçtik.

En acısı da ne biliyor musunuz?
Hani dedim ya en başında kırılan tabağı bile arar elimiz diye.
Ya kalpteki kırıklar?
O tabağın en alasını koyarsın yerine de...
İçerdekini ne yapacaksın?

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Beyin 0 - Yürek 1

Herşeyi karıştıran beyin aslında.

Yürek'le devam edildiğinde yola, belki bir sürü yanlış yapılıyor ama insanın bir tarafı boşver ya  diyebiliyor.Sevdim diyor. Ben seçtim diyor.Anlamıştım ama yapamadım diyor.

Eğer beyin sorguluyorsa sürekli,
çomak sokuyorsa işin içine... araf'ta kalıyorsun.
Yüreğini pür dikkat dinleyemiyorsun.Yanlışların daha çok oluyor.

Beyin'den küçük küçük sorular geliyor.. dalga geçiyor bazen.
Ve hatta daha da ileri gidiyor, yüreğine çamur atıyor.
Onu işe yaramaz, hatalı, algısız belletiyor sana.

Hele bir de varsa yanlışların geçmişinde  yürekten sebepli..
O zaman yanmışsın işte.


Ama ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın..
Hep yüreğimi savunacağım.
O istediyse, vardır bir hikmeti diyeceğim.
O içime suları serpiyorsa, vardır bir bildiği diyeceğim.

Ve hatta daha da bencil davranıp,
işime geldiğinde yüreğime sahip çıkacağım,
bazen de beynimi buyur edeceğim yüreğimin yanıbaşına..
hadi yiyin şimdi birbirinizi diyeceğim.



22 Mayıs 2015 Cuma

biliyoruz!

bekliyorum...
çünkü görüyorum, yavaş yavaş vicdanındaki hareketlenmeyi.
yaptığı haksızlığın, kendi beceremediklerinin izdüşümünün faturasının bana kesildiğini algılıyor yavaş yavaş.
çünkü yüzüme bakamıyor.
çünkü konuyu açamıyor.
çünkü biliyor ki birşey yokmuş gibi davrandığım için, affedici olmadığımı.
iş hayatı, olur böyle şeyler diye üstünden geçtim sanmıyor.
hissediyor.
bal gibi biliyor.
ve o büyük adalet kılıcının ufak ufak dürttüğünü O'nu, benim bildiğimi biliyor.

ama kimse masaya dökmüyor.
sessizce süzüyor birbirini.
hangimiz daha rahatız acaba?
bunun cevabını da biliyoruz ikimiz de.
benim!

BAŞKALARINI ÇÖZMEYE ÇALIŞIRKEN, BİR BAKTIM Kİ KENDİM KÖRDÜĞÜM OLMUŞUM...

BAŞKALARINI ÇÖZMEYE ÇALIŞIRKEN,
BİR BAKTIM Kİ KENDİM KÖRDÜĞÜM OLMUŞUM.

Sadece çözmekle kalsak iyi...
Çözmenin hemen bir üst beklentisi, aslında o çözdüğünü sandığın kişiyi "düzeltme" çabası.
İlla çözeceksin, bakacaksın sana uyan taraflarına...
Varsa uymayan bir taraf, hoop hemen onları "kendince uygun" bir hale getirme planları.

Niyeyse, herkes birbirini "düzeltme" çabasında.
Kendine uydurma telaşında.

Evlilikler niye bitiyor sanki? Sadece bu sebepten biten o kadar çok büyük bir oran ki.
O insanı olduğu gibi kabul edememek ne kadar derin bir yara insanoğlunda.
Zamanlar geçip, kum saati dibine vurduğunda "değişir sandım"-"düzeltirim diye umdum" cümlelerini duymayanımız var mı, biten ilişkilerden sonra.

Hoş kendimizi bile ne kadar tanıyabiliyoruz ki?
Ne kadarımız, iç dünyamız ile ağzımızdan çıkanı örtüştürüyoruz birebir?
İçimizde at alıp beygir satarken, ağzımızdan gül bahçeleri dökülüyor bazen.
İşimize gelen bu.
Fitratımız bu.

Dürüst değiliz..
Yok aslında birbirimizden farkımız.


13 Mayıs 2015 Çarşamba

bir gün utanır mı acaba?

"Maden kazası madencinin kaderidir...ölmek bu mesleğin kaderinde var " demiştin ya tam bir sene önce...televizyonlarda, gevrek gevrek.. hiç utanmadan, sıkılmadan...

Senin kaderindeki son nasıl olacak acaba... öyle merak ediyorum ki...

Anneler gününün en güzel hediyesini bu hafta alan analar umarım bir Anneler gününde de yeni bir sevinç yaşarlar!

hakkını helal etmeyenlerdenim....

Cenazede hakkını helal etmeyenlere laf söyleyen yarım akıllılar...

kaçınız evlat bekledi gözleri yolda?
kaçınız okuldan eve - evden okula giden yavrunuz karga tulumba toplandığında oradaydınız?
Kaçınız kurum kapılarında sabahlayıp tek bir kelime duymayı beklediniz evladınızdan?
kaçınız onca yıl tek bir haber alamadınız ve hatta ölüsünü bile göremediniz yavrunuzun?

Oturduğunuz yerden ahkam kesmeyin.

sapla samanı birbirinden ayırın.

Kurunun yanında o yaşları yakarken vicdanı sızlamayan, yüreğinde merhamet beslemeyen adam
öldüğünde tabii ki haykıracak onca ana.Ve tabii ki Anneler gününün en güzel hediyesi diyecek tüm "insan" olanlar.

Empati yapmayı öğrenin azıcık...

12 Mayıs 2015 Salı

olur mu... olur.

Kimbilir... belki herşey tam da olması gerektiği gibidir.
Değişsin dediğin şey, belki de böyle olduğu için seni başka mutluluklara taşıyordur.
Olamaz mı??
Olur yahu.. niye olmasın...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Öyle...

Aklında olanlar, yanında olanlar...
Kızdıkların, anladıkların...
Hak verdiklerin, yok saydıkların...

hep mi ikiye ayrılır senin insanların???

Evet...
İkiye ayırdığım için... İNSAN'ım..


8 Mayıs 2015 Cuma

Sadece kadınlar mı?

Sevgili Yorgo yayınlamış..

Kadınlar ...
sevmedikleri adama acımazlar...
Kadınlar...
sevdikleri adam için kendilerine acımazlar!

Sadece kadınlar mı???

İnsanoğlu böyle..
Sevmediğine, sevemediğine teğet geçirir gönlünü...


garip...

Bugün bir köşede okudum ...
İnsanlar kendi hedeflerini başkalarıyla paylaştığı zaman, bu hedeflerin olabilme oranı azalıyormuş.
Çünkü dışarı bildirilen o hedefi beyin olmuş gibi algılayıp, üstüne gidilmesinde eksilme gösteriyormuş.

Hani derler ya büyüklerimiz... söyleme çok, nazar değer diye.

Galiba bilimsellikle hurafelerin kesiştiği noktalar var.

Mesela bir köpeğin yanından geçerken korktuğunu belli etme, yoksa saldırır derler dimi..
Ama bunun da sebebi şuymuş ki, korku vücuttaki tüm kanın diz kapaklarına akışını sağlarmış.
Bu yüzden de dizlerde titreme olabiliyormuş.
Bu yüzdenmiş ki "dizlerimin bağı çözüldü" lafımız...
O zaman işte sadece köpeklerin algılayabildiği bir titreşim onları harekete geçirirmiş.

Derinlemesine araştırsak, kimbilir ne çok şey buluruz bilimin kolkola gezdiği "büyüklerimizin söylediği" laflardan....

4 Mayıs 2015 Pazartesi

önce kendini sev be insanoğlu!!

Önce kendini sevmesi lazım insanoğlunun..

Hep böyle derler dimi..

Önce kendini sev, onunla anlaş, onu kolla... ondan sonra karşındakiyle olan sorunlarına bak.

Kendisiyle muhabbette, mutlu, huzurlu, bahar-bahçe bir insana rastladınız mı hiç?

 İnsanın kendine verdiği zararı bir başkası veremez ...öyle değil midir???

E peki niyedir insanın kendine bu kadar düşmanlığı, nefreti, vurdumduymazlığı..

En çok sevmesi gereken kendisiyken, kendinle bile geçinemeyen biri, karşısındakine ne verebilir ki..

Kendisiyle bile kedi-köpek gibi didişen, içinde atlı süvariler varmış gibi sürekli savaş alanı barındıran, sanki alacak-verecek hesapları kapanmamış bakkal-müşteri kıvamında sürekli kavga eden biri, hayatındaki insana, sevdiğine, yarenine neyi ne kadar sunabilir ki.

E peki niye karşımızdakileri değiştirmeye uğraşırız da, kendimizi değiştirmeye hiç gönül vermeyiz..

ve hatta niye sonunda hep değişmeye çalışan biz oluruz da, karşımızdakinde milimetrelik bile bir değişim olmaz..

Kendinde ufacık bir değişim yapamazken, o elinin altında, yanında, yatağında, ruhunda, aklında, teninde beraber sürüklediğin kendinde!! iyiye-güzele dair bir adım bile bir şey değiştiremezken, bunu beceremezken, ey yarım akıllı insanoğlu, niye habire karşındakiyle uğraşır durursun.Niye onu değiştirmek için mesai harcarsn??

Olmaz. Yürümez. Önce bak bakalım kendine.

Ahkam kesmek kolaydır hayatındaki insana. Sallar durursun..şunu yap bunu yap diye..

Sen kendin yapabildin mi bunları???

Yapamadın dimi...

Yapamayacaksın da..

Böyle gelmiş böyle gidecek..

güzellll....


30 Nisan 2015 Perşembe

Ya kudurmalı deniz ya da durmalı tamamen...

Ya tam durmalı deniz ya da tam kudurmalı...

İkisinin arası hiçbir duygu vermez ki  o karmaşayı, adrenalini, belirsizliği, beklentileri..

Tut ki gerçekten bir deniz kenarında denize bakıyorum.
Hafif hafif çalkalanıyor, sinameke bir şekilde kumsalın kıyısına dalga vuruyor.
Ama ne vurmak.
Dokunsam mı dokunmasam mı tadında.
Kendimi belli etsem mi etmesem mi, çaktırmadan şöyle parmak ucumla dokunup kaçsam mı modunda.

Sevmedim bu dalganın boyutunu ben.

Ya hiç kıpırtısız olmalı, uyuyor gibi.Güvenle kollarını açıp beni bekler gibi durmalı.
Şöyle yatınca suyun üstünde öyle bir tutmalı ki beni deniz, yatağımdaki kadar kıpırtısız olmalı hayat.
Gökyüzüne bakabilmeliyim öylece yatarken denizin üstünde.

Bir süre için belki de öyle bir dinginlik iyi gelebilir yorgun gönüllere.

Bir de kıyıda durduğumu düşündüm öylece, saçlarım uçarken. öylece baktığımı ...
Deniz kudurmuş tam anlamıyla.Deliler gibi kumsala vuruyor, karman çorman dalgalar.
Geri giderken de alabildiği kadar kumu alıp gidiyor.

İster miyim bu karmaşaya atlamayı??

Hemen "hayır" diyemediğime göre, bir tarafım seviyor bu zorları, iniş-çıkışları.

Demeyin deli misin kadın diye... Biliyorum ki bir sonraki koydaki sakin deniz beni hep bekliyor.
İStediğimde gider dinlendiririm ruhumu da bedenimi de.
Bu ikili delilikleri seviyorum.


Kimbilir... belki de...

İçinde bir yere dokunanı sar, sarmala. 

Yanında olmasa da O,sana verdiği duyguyu bırakma. En azından onu yaşamaya devam et.
Onsuz olmaktan korkma, O'nun sana bırakamadıklarından kork.
Sana gerçekten dokunandan vazgeçme, 
gözlerinde kendini gördüğün anda ona sahip çık, 
şükranla bak gözlerine.

İçini tutkuyla doldurana en pembe gözlüklerini tak ve öyle bak. 
O pembeden hiç vazgeçme..
Bugüne kadar öğrendiklerinin içinden çık korkusuzca, 
seni korkutmasına, yaşamanı engellemesine izin verme sana öğretilenlerin.

Yanında nefes alıp vermelerinin sıklaştığı, kalbinin daha hızlı çarpmasına vesile olana daha yakın dur, sarıl hatta.
Kokusunu al en derinine. Onsuzken çıkar O'nu sakladığın koyundan.
Seni, yanında değilken bile  hissedebileni, görebileni, duyabileni bütün varlığınla daha da çok sev.
Sırf seni gülümsetmek için maymunluk yapacak hale gelen birisinden o küçücük gülümsemeyi esirgeme.
Yaşa... Bırak...bazen  sadece yaşa! 

Düşünceler ordu gibi üzerine üzerine geldiklerinde; komutan ol: Kıta dur! de.
Sevgini, özlemini dile getirmekten ürkme. Korkma, utanma..Engel olma kendine!
Dağıt  o koca orduyu tek bir kelimenle... "sevdim" de...

Denize atlamak için yüksek bir yer bul kendine. Düşünme atladığında olabilecek kötü şeyleri. 
Bırak kendini o havada olma hissine, bir süre havada asılı kalmanın, boşlukta olmanın verdiği hafifliğe.
Kimbilir.. belki de düşeceğin yer en sevdiğinin kucağıdır. 

28 Nisan 2015 Salı

Aşk'ı ya yaşarsın ya da yazarsın.....

geçen gün bir filmde geçiyordu:

"Aşk'ı ya yaşarsın ya yazarsın" diye.

Peki sadece yaşarken yazabilenler nolacak?? Ya da yaşadığını sanırken, yazdığından emin olanlar ne yapacak??

Örneğin bendeniz. Dibine kadar yaşarken o duyguyu, dilime hakim olabilirken, elime hakim olamayan ben..Dilindekileri yutmayı tercih ederken, içindekileri elindeki sadece 29 harfle ifade edebilen ben.. elindeki o harflerle, evirip çevirip onlarca duyguyu paylaşabilen ben..

Harfler aynı.. sayısı ne arttı ne de azaldı.. ama onları sıraya dizen duygu kalmadı ki üstadım. Bekliyorum öylece. boş sayfaya bakıp bekliyorum günlerdir. Hadi be kızım diyorum.. yaz bişey.küçücük de olsa yaz. İki satır da olsa uydur işte.

Nafile. çıkmıyor hiçbirşey.

Yazdırmıyor, daha önce onca şeyi döktürten adı aşk olan şey.

Kimbilir belki de artık adı değişti duyulanın.

Alışkanlıklar..sadece bu.. bencillikler yumağı..

Herkes birbirini kaybetmekten korkuyor..Sonuna kadar tüketmeden bırakmıyor ucunu..Bitsin istiyor iyice.Bitenin ne olduğu belli.. sadece vakitler.. seneler.. yaşamlar bitiyor..

Birşeyleri yakalamaya, tekrar diriltmeye çalışırken, diğer taraftan bir sürü şey var ki ölü toprağı serpilmiş duygular.

Farkettiğinde hiçbirşeyin aynı olmadığını, bu sefer de hırsların alıyor maşayı eline.Sende bitenin, karşındakinde bitmediğini varsayıyorsun.Umuyorsun.İnsanın nüvesi böyle.

Olsun be kardeşim.. güzel de yaşadım diyebilmek en güzeli belki de.

Sevmek mi isterdin sevilmek mi demiş ya biri.Sanırım sevmek en güzeli. Sevilmekte, ne kadar rolün var ki. Karşındaki istemiş sevmiş işte.. Ama senin sevmen öyle mi?? Sen hergün bir tuğla örüyorsun o sevdaya.Hergün yeniden yenileniyorsun.Her yeni güne bir daha en tavanda heyecanlarla başlıyorsun. Kendini besliyorsun. Güzelleşiyorsun. Gözlerinin içinde dans ediyor her bir duygu.

En güzeli de o değil mi zaten. Herkes baktığında sana, anlıyor sevdanı gözünün bebeğinden. Aşık işte diyor, ne güzel.

Ama eğer gözünün içine bakıp da, geçen akşam Despina'da yanıbaşındaki o durgun güzel:) diyorsa, "aynı değil gözünün içi, mutlu değil eskisi gibi" diye.. işte o zaman anlıyorsun ki, gözünün bebeğine ulaşmış kalbinden yola çıkan sevdanın çürük çarıklığı.

Kimin suçu deme güzelim.. kimsenin değil suç. Yaşamın fitratı böyle.. herşey başlar ve biter. Sen de sadece seyredersin.Aslında içindesindir oyunun ama ancak dışına çıkıp da seyredebildiğinde görürsün o gerçeği. Tükettiğin sevdayı..

Geçmiş olsun mu demek lazımdır bilmem ama süre dolmaktadır bilesin.Kum saati akıyordu akmasına da, artık hızını sorgulamak lazımdır. Eğer yüreğin yetiyorsa, o kum saatini tekrar çevirirsin doludan boşa doğru aksın diye.. Yoksa eğer o sevdaya inancın, bırak bitene kadar dökülsün dibine..

27 Nisan 2015 Pazartesi

Ya öyle olursa??????

Elinden tutmuş sevgili eşinin, parkta dolaştırıyor yaşlı adam.

Kadın kızgın bakıyor.Kadın zor yürüyor.Kadın yanından geçtiği herkese sataşıyor.
Adam sakin.Adam sevgiyle yönlendiriyor.Adam sataşılan herkese mahçup gülümsüyor.



Ama o parktaki herkes biliyor ki, bu kadına kızılmaz. Alzheimer'dır kadın.Kendini bilmiyordur ki. Farkında değildir ki hiçbirşeyin.Sadece öylece bakılır ve herkes o anda içinde bir yerlerde hesaplaşmalara girer. Benim gibi....

Yaşlandığında sana yarenlik edecek biri olmalı diyen büyüklerimizin dedikleri gelir akla.
O kadın gibi olursam kim sarmalar beni böyle der.Sonra o içerdeki şeytan dürter adamı...
Ya sen değil de adam gelirse o hale, der. Savaşabilir misin? Sahip çıkabilir misin?

Öylece kalır insan işte. Bilinmezliğin, korkuların ve yalnızlıkların ortaya karışık soru işaretleriyle kalır öylece.
Benim gibi...
Ve kahvesini yudumlamaya devam eder benim gibi ...bir sonraki sorgulamaya kadar....................

24 Nisan 2015 Cuma

Bahar mı geldi???





Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum..
Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar??

Ne önemi var ki sırasının. Bahar geldi, ben böyleyim.. 
Nasılım??
İçim kabarıyor, kelebekler uçuyor.Yüzümü gökyüzüne çeviriyorum mutlulukla.
Aşık olmak istiyorum diye içim bağırırken, kalbimde küçücük de olsa bir yer
"aşık olmasan ne olur-aklında ve kalbinde yok mu biri"...diyor.
Var diyorum.
Özlediğim, gözlerine bakmaya doyamadığım, boynundaki kokuya esir olduğum...
Diyorum ki, 
sana değdiğinden beri ellerim, dallarımda tomurcuklar var.

Peki senin bu tomurcuklardan haberin var mı sevgili?
Yok..
Olmasın da...
Ben bileyim yeter...
Benim baharım kendi içimde.

Gökten 3 elma düşse...


Mutlu olmak istiyorsan 3 şeyi bilmelisin demiş biri, kimdir hatırlamıyorum.
Yargılama
Çok beklentiye girme
Affetmeyi bil...

Ne kadar az sayıda mutluluk kuralı aslında. Üçünü de yapabilmek ve bunu yaşamının tamamına yaymak, içselleştirmek ne kadar kolay gibi gözüküyor.

Başkasında yargıladığın şeyi yaşatmadan canını almazmış Allah.Kaç kere duydum kimbilir bunu bir çok örnekte.

Beklentiye girmeden, önüne geldiğince yaşayabilmek de çok ulvi bir yetenek bence. İnsan ister istemez beklentilerini besliyor.Her konuda hem de. Evladından, komşundan, sevgilinden, eşinden... Sadece verebildiklerini verip de, karşından birşey alabilmek uğruna beklentide olmamak en güzeli.
Çocuğun bile dahil buna aslında.

Ve bence... en büyük huzur affedebilme dürtüsünde.Belki yaşatılanların derecesi de önemli tabi bunda ama genel geçerde affettiğini kendi içinde kesinleştiren insanın huzuru inanılmaz güzel.
Hafifleme, rahatlama..

Sürkekli hatırlamak lazım.Dönüp dolaşıp kendine öğretmek lazım. Bıkmadan usanmadan beynini ve kalbini bu üç duyguya hazırlamak lazım.

Hele hele... ele güne karşı, kim ne der kaygısına düşmeden yapabiliyorsan tüm bunları... senden rahatı yok gayri...

14 Nisan 2015 Salı

öylesine...

Her insan bir diğerinin hayatına girerken, bilmez ki o insana neleri düşündürür veya yaptırır.
Hiç bilmez hem de....

İlk gördüğümde bende bıraktığı etkinin çok sarsıcı olmamasına rağmen, bakışları o kadar temiz gelmişti ki.Güzel bakmak böyle birşeydi. Güzel gülmek buydu...O akşam mesaj attığında ise bir adım geri kaçmak geldi içimden sanki olacakları tahmin etmiş gibi.
Yakışıklı, güzel konuşan, karizmatik adam bu,... yorar beni dedim.
Yordu da...

Gel dedi, uçtum yanına... Git dedi, gittim... Gelme mahalleme dedim, geldi... Bakma sen bana yine gel dedim, gelecektim zaten dedi.Özlüyorum seni dedi, içim kanatlandı. Birşey hissetmiyorum sana dedi, kolum kanadım kırıldı.
Sende bana ait birşey var dedi, gel al dedim. Geldi mi bilemedim...Kalayım mı gideyim mi dedim, hemen git dedi, peki dedim.Bencilsin dedi, şaşırdım..Hep kendin dedi afalladım..Anlatamadım..sustum..

Hiçbirşey yaşanmadı, çok şey yaşandı. Hiç sevişilmedi ama birleşti vücutlar.
Çok öpüşüldü ... en güzelinden... Çok koklandı... en misinden...

Olup bitenden geriye ne kaldı derseniz... çok güzel bakan iki gözün sahibi güzel bir adam...O kaldı.
Bencil, sadece ben diyen bir kadın, sadece kendini düşünen biri... BEN kaldı.

Zengin olmak isteyen, güç isteyen, takdir bekleyen, yıllarını elinden kaçırdığından korkan, yuva kurmak isteyen bir adam kaldı aklımın ucunda. Saramadığım, derdine ulaşamadığım, elimin içinde kayan bir balık kadar kaygan, dokunmaktan ürktüğüm, aramaktan bile çekindiğim bir adam kaldı gönlümün köşesinde.

Ama öyle güzel bir sarstı ki bu adam beni.Durdum, düşündüm.Hak verdim. Anladım. Kabul ettim ve zamanıdır dedim değişimin.

Beni boşver, bundan sonra hayatına girenler için kendine gel diyen adam... Teşekkür ederim sana.
Pişmanlığımın ölçüsü yok ama çok isterdim ki bir de bu kadını yaşayabilseydin keşke.

5.mevsimim....


sen benim
bilmediğim
görmediğim
tatmadığım
hiç yaşamadığım
_____
beşinci MEVSİM'sin

Ve...

Çaren yok..
Bir gün mutlaka geleceksin...


Kimsin, ne yer ne içersin bilmiyorum.
Yolda omzuma değip geçmiş bile olabilirsin.
Veya hep gördüğüm ama adını koyamadığım biri de olabilirsin.
Kimbilir belki de 4 mevsimimi de yaşadığım ama yarım kalan 5.mevsimimsin...
Her kimsen... bekliyorum... 

Şanssızım mı dedi biri??


İşyerimin balkonundan gördüğüm manzaraya dalmışken düşündüm de,
İnsanlar doğdukları ve doydukları yeri seçemiyor bazen.
Ben elimde çay ve sigaramla, denizin dinginliğine, adaların o sakin görüntüsüne ve gemilerin süzülüşüne bakarken, kimbilir hangi dağın ötesinde, hangi mezrada bir çocuk elinde sopası koyunlarını güdüyor, ayağında yarısı yırtık ayakkabısıyla...
Kimbilir hangi anne evladına ağıt yakıyor..
Kimbilir hangi baba sırtında küfesi, taşıyacak eşya dileniyor pazarlarda...

Daha dün önümden geçen taksiyi yakalayamadım diye şansıma tüküreyim diye söylendiğimi hatırlıyorum da... şans avuçlarımın içinde, yaşamımda aslında.

Keşke daha sık hatırlayabilsek bunu...


13 Nisan 2015 Pazartesi

haklıyım ve mutluyum...

Bir gün.. mutlaka ve mutlaka içimi soğutacak bir fırsatım olacak.
Ve  o zaman... girecek delik bul kendine ..
Haklı mı olmak istersin, mutlu mu diye soran yazar...
Haklıyım ve bir gün mutlaka haklılığımı ispatlayınca, çoook mutlu olacağım..
bu böyle biline....

Yarına not....

İnandığın şeyi seç...
İnandığın insanın yanında ol..
Ve sadece kendine inan!

10 Nisan 2015 Cuma

bir gün....


Bir blog gördüm bugün.
Nasıl dertli belli ki kızımız.Nasıl kızgın sevdiğine.
İçini dökmüş dolu dolu.
Belli ki içi acıyor sevdasından.
Desem mi acaba "geçecek kızım ya" diye düşündüm.
Desem ne olacak ki dedim sonunda.
Yaşamadan, acımadan, dinginleşmeden geçmeyecek o yürekteki serüven.
Hepimizin öyle olmadı mı???
Öyle oldu dimi...
Hatırlarsam yazarım:))

Ezcümle hanım kızım... sen de hatırlamayacaksın bir gün...

9 Nisan 2015 Perşembe

Biliyorum...



...Zaten tutmak istesem de
Yapamam kıyamam sana
Dokunduğumda öleceksin biliyorum
O yüzden seni hep
Bir camın ardından seviyorum....

7 Nisan 2015 Salı

hangisi???


Hep derim... ya affet ya da intikamını al... araf'ta kalma... yorma bedenini de ruhunu da.

Tecrübeyle sabittir ki tarafımdan, affettiğim zaman çok daha derin bir iç huzura kavuştum.
Ama ne yalan söyleyeyim, kızdığım insandan eğer hayat bir çimdik alıyorsa, o zaman da "eee adalet işte" demekten de kendimi geri alamadım.
Bu da insanın fitratında var sanırım.
İlla ki bir tarafın "intikam" naralarıyla sessizce bekliyor.
İlahi adalet diye bekliyorsun bazen de...

Ama en taşınamaz yük de affedildiğini ve unutulduğunu gören insanın hissettiği olsa gerek. Hele hele bir de yaptığın haksızlığı biliyorsan...

İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır!


Peki iyi olduğun için adil davranılmadığında ne olacak?

O zaman "iyi" anıldığın için "kötü" olmak geliyorsa içinden...

Nasıl bir denklemdir bu?
Nasıl bir çaresizlik duygusudur?

En iyisi beklemek sanırım. Beklemek ve izlemek. Sonuçta gördüğünü, adil olmayanların da bunu görebilmesi..

Peki, görüldü diyelim.. kimin hakkı kime teslim edilecek.. kim edecek?

Sonunda haklı olma duygusu, içinde kırılanları ne kadar yapıştırabilecek?

Çok mu önemli derseniz, değil sanırım.

İlk an çok önemli belki ama biraz zaman geçince, içinde kırılanları süpürüp atabiliyorsan,
hiç de önemli değil.. bence...

umudun varsa... gücün vardır...

bir gidişatın içinde..
beklentilerin, umutların peşinde...
umut olmadan yaşanmaz derler.ne de doğru demiş, o diyen..
bir yanımız kadercilikle beklerken, bir yanımız olan ve olmayan değiştirmek  için hazır asker.

ne mutluluklar ne de mutsuzluklar ömürsüz değil. defalarca yaşandı ve denendi ve tecrübe edildi ve görüldü.

sonra o mutsuzlara dönüp baktığımızda aynı etkiyi hissetmiyoruz.sonra kendimize kızıyoruz ki o dönem niye bu kadar üzüldük diye.. ve sonra yeni bir mutsuzluk kapımızı çaldığında yine korkularımızla sarmaş dolaş oluyoruz. içimizde bir ses çırpınıyor ki "dayan" diyor... geçecek... mutlaka bitecek... yine rahatlayacaksın bir gün...
ama içerde bir yerde, küçücük bir mum ışığı yanmasına bile müsaade edemiyoruz.
niye???
çünkü korkularımız esir alıyor bizi.
nerede o "umut" ???

Nerede olacak... yüreğinin en dibinde bir yerde, aklının ucuna giden yolda.
Marifet o ikisini buluşturabilmek. Buluştuklarında pürdikkat kulak vermek. Sakinlemek.
ve umut etmenin, edebilmenin ve hala varolabilmenin mutluluğunu yaşayabilmek.